Ana Sayfa / Yazılar / Hacı Bektaş Veli / Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli

Menkıbevi Hayatı
Velâyetnâme’ye göre, Hacı Bektaş Velî, Horasan Hükümdârı İbrahim-al-Sani diye anılan Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişabur’lu âlim bir zatın kızı Hatem Hatun’un oğullarıdır.

Sultan İbrahim-al-Sani ile Hatem Hatun 24 yıl evli kaldıkları halde çocukları olmaz. Sultan İbrahim, şehrin din âlimlerini toplayarak, bir erkek çocuğunun olması için duâlar edilmesini, Kur’ân-ı Kerîm’den hatimler indirilmesini ister. Buna karşılık ihsânlarda bulunur. Bir hafta kadar hatimler yapılır, duâlar edilir. Nitekim Hâteme Hatun, Sultan İbrahim’den hâmile kalır, müddeti dolunca da nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Çocuğun adını Bektaş koyarlar.

Tarihi Hayatı
Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş Velî’nin, yaşadığı dönem ve çevre iyi bilinmekle beraber, tarihi kaynaklarda yaşadığı dönemler hakkında farklı bilgilere rastlanmaktadır.

Anne ve babası Türk soyundan olan Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İran-Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiştir. Hacı Bektaş Velî’nin doğum ve göçüş tarihleri konusunda; kütüphanelerde bulunan yazma eserlerde, ansiklopedilerde ve yazılı tarihi kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Velâyetnâme adlı eserde adı geçen; Mevlâna, Seyyid Mahmud Hayrâni, Hacım Sultan, Yunus Emre v.s. gibi bir çok zât 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış erenlerdir. Bu bilgilerde bize, Hacı Bektaş Velî’nin yaşadığı çağ hakkında tahmini bir fikir vermektedir.

Hacı Bektaş Velî; Horasan diyarından Anadolu’ya gönül erleri uyandırmak için kopup gelen pek çok Türk mutasavvıfından biri, belki de en mühim kişisidir.

Hacı Bektaş Velî; Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan önce 13. yüzyılda, Anadolu’da gönülleri aşkla, insan sevgisiyle, birlik ve beraberlik çerağıyla tutuşturan, büyük bir “Velî”, büyük bir “Düşünür”dür.

Hacı Bektaş Velî; Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin talebelerinden Lokman Perende elinde yetişmiş ve daha sonra da kendisinin geliştirmiş olduğu inanç sisteminde, öz be öz Türkçe’yi kullanmış, İslâm dîninin aşk ve bilgi mahiyetini arz diliyle yorumlayarak pek çok gönül er’i yetiştirmiştir.

Hacı Bektaş Velî; Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında birlik ve beraberliği temin eden güçleri, kendi fikir şemsiyesi altında toplayarak; büyük bir hoşgörü, insan sevgisi ve îman ile Türk tarihinin belki en kritik bir zamanında, büyük aksiyonunu kârizmâtik yapısıyla gerçekleştirmiş, Anadolu Türklüğünün ayakta kalmasını temin etmiştir.

Hacı Bektaş Velî’nin yaktığı îman, aksiyon ve inanç çerağı, tekkeleri yoluyla Anadolu’ya ve hatta Balkan ülkelerinin içlerine, Avrupa’ya kadar ulaşmış, neticede İslâm kültürü, diğer milletlerin hayatında da tesirini göstererek, günümüzde Amerika’ya kadar yayılmıştır.

Soyu Şeceresi ve Eğitimi
Hacı Bektaş Velî; Hz.Muhammed, Hz.Ali’nin soyundan ve yedinci İmâm Mûsâ Kâzım’ın neslindendir. Ve kendileri “Seyyid”dir.
Hacı Bektaş Velî hakkında bilgi veren eski kaynaklardan biri olan Velâyetnâme’de, Hazret-i Pîr’in soy şeceresi hakkında geniş bilgi verilmektedir.

Menkıbeye göre okul çağına geldiği zaman babası, Hacı Bektaş Velî’yi, Hoca Ahmed Yesevî’nin talebesi ve halîfesi Lokman Perende’ye teslim etmiştir. Lokman Perende, bâtın ve zâhir ilimlerine sâhip mübarek bir zâttır. Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik’ten feyiz alarak yetişen Hacı Bektaş Velî, iyi bir eğitim almıştır. Parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde küçük yaşta kendisini yetiştiren Hacı Bektaş Velî, Kur’ân-ı Kerîm, dîni bilgiler ve bâtın ilmine vâkıf olmuştur.

Hacı Bektaş Velî olgunluk çağına gelince icâzetnamesini alır, daha sonra irşad göreviyle Anadolu’ya gönderilir. Velâyetnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nin vehbî bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla arasında geçen bir vak’a gösterilir. Bu vak’a, Hacı Bektaş’ın henüz çocukken birçok kerâmetler gösterdiğini de belirtmektedir.
Velâyetnâme’de yer alan bu vak’a şöyledir:
Bir gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş’ın bulunduğu odaya girer, odayı nûr ile dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş’ın sağında ve solunda iki nûrâni zât görür. Onlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez hemen onlar kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır.
Hacı Bektaş’a; “Bunların kim olduklarını” sorar. O da; “Sağımda oturan iki cihân güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah’ın Arslanı, insanların emîri Hz.Ali idi” der.

Lâkabı ve Ünvanları
a- “Hacı” Ünvanını Alması
Birçok önemli şahsiyetlerde olduğu gibi Hacı Bektaş Velî’nin hayatı ile ilgili olarak anlatılanlarda da menkıbe ile tarihi gerçeklik, iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu yüzden onları birbirinden ayırmak oldukça güçtür.

Hacı Bektaş Velî’ye, “Hacı” ünvanının atfı da onun şu şekilde vuku bulan bir kerâmetine bağlanmaktadır.
Hocası Lokman Perende hacca gitmiş, diğer görevlerini yerine getirdikten sonra Arafat’a çıkıp vakfe’ye durmuştu.
Lokman Perende yanındakilere; “Bugün arefe günü, şimdi memlekette bizim evde «bişi» pişirirler” demiş. Bu söz Hünkâr’a mâlum olmuş. Hünkâr hemen Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından; bir tepsiye birkaç tane “bişi” koyup kendisine verilmesini istedi. Tepsiye konulup kendisine takdim edilen “bişi”yi alan Hünkâr, göz yumup açıncaya kadar Lokman Perende’ye götürüp sundular. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi”yi yerler.

Hac dönemi bitip Hicâz’dan dönülünce Nişabur halkı, Lokman Perende’yi karşılamaya çıktılar. “Haccın kabul olsun” diyerek tebrik ettiler, elini öptüler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerâmetlerini anlattıktan sonra; “Esas hacı olan Bektaş’tır” diyerek onu tebrik etti. Bunun üzerine adı, “Hacı Bektaş-al-Horasan”i oldu. Bu menkıbevi anlatımın yanı sıra, onun Horasan’dan Anadolu’ya gelirken hac vazifesini bizzat yerine getirdiği de, tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

b- “Hünkâr” Lâkabını Alması
Bektaşî kaynaklarında Hacı Bektaş Velî için çok sık kullanılan bir de “Hünkâr” lâkabı vardır. Hacı Bektaş Velî’ye “Hünkâr” denilmesi de yine onun bir kerâmetine bağlanmaktadır.

Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş’a ders verirken abdest almak için dışardan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş;
“Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak” cevabını verir.
Lokman Perende ise;
”Bizim buna gücümüz yetmez” deyince, Bektaş el kaldırıp; “Duâ” eder.
Lokman Perende; “Amin” der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin bahçesinden bir pınar akmaya başlar.
Hacı Bektaş’ın bu kerâmetini gören hocası Lokman Perende sevinçle;
“Yâ Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Velî’nin adı “Hünkâr Hacı Bektaş” kalmıştır.

Gerek Velâyetnâmelerde, gerekse Hacı Bektaş Velî ile ilgili diğer bazı eserlerde, Hacı Bektaş Velî için söylenen şu sıfatlar vardır:
“Kutb’ul-Aktâb, Mesned-i ul’lul-elbâb, Sultânu’l-evliyâ, Burhânü’l-asfiya, Fahr-i erbab-ı, Bâbullah, Envârü’l-yâkin, Fatihü’l-evbâb-ı sülâle-i hazret-i sâhib-i sırr-ı ve’l-keşf, Aşk Deryası, Küşade-i bâb-ı hikmet, Nesl-i sâki-i kevser, Sâhibi keşf-i ledünnî, Fahr-ı ma’den-i erkân, Sultânü’l-ârifin, Ser-çeşme-i nûr-ı dîn, Tâcü’l-ârifin, Gavsü’l-vasılîn, Heykel-i nûrânî, Kutb-ı Rabbânî … v.s.”

Anadolu’ya Gelişi
Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icâzeti alır.
Şeyhinin:
“Müjde olsun ki; «Kutb’ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik” demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmedeki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevî’nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak amacıyla, Hoca Ahmed Yesevî’nin isteği ve işareti üzerine Anadolu’ya gelmiştir.
Hacı Bektaş Velî’nin, kesin olarak tarih belli olmamakla birlikte, tahminen Milâdi 1275-1280 yılları arasında Anadolu’ya geldiği kabul edilmektedir. Bu yıllarda Anadolu bir yandan Moğol istîlâsı altında ezilirken, bir yandan da büyük bir siyâsi ve ekonomik buhran ile beraber, taht kavgalarına sahne oluyordu. Böyle bir ortamda Anadolu’ya gelen ve Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı bir Türklük merkezi tesis etmek isteyen Hacı Bektaş Velî; bugünkü ismi Hacı Bektaş (O zaman yedi haneli bir köy ve adı Sulucakarahöyük) olan yere gelerek buraya yerleşir.

Türkistan’dan gelen Hacı Bektaş Velî, Türklerin yoğun olduğu Anadolu’yu gezmiş, Türk gelenek ve göreneklerinden korunabilenleri birer birer tespit etmiştir. Bunları, Sulucakarahöyük’te kurmuş olduğu ilim yuvasında, İslâm inancı ve Türk kültürü ile yoğurarak birleştirmiş, ileri sürdüğü düşüncelerini, bu birleşiğin üzerine yerleştirmiş ve burada öğrenci yetiştirmeye başlamıştır.

Hacı Bektaş Velî’nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.

Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî’nin, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat’a gittiği ve buralardaki “Ehl-i Beyt” imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ’be’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Sulucakarahöyük’e yerleştiği de anlatılmaktadır.

a- Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde
Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok’dan girer. Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr’dan Velâyet kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr’a koşunca, çoban kendi kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş diyerek, Hacı Bektaş Velî’nin ayaklarına kapanır.
Hacı Bektaş Velî, çoban’a:
“Çoban, adın ne?” diye sorar.
Çoban; “İbrahim Hacı” diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî; “Başındakini çıkar” der.
İbrahim Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü tekbirleyip İbrahim Hacı’nın başına giydirir; “Yürü, Bozok’la Üçok’u sana yurt verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar” diyerek yoluna devam eder.
Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kayseri’ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr:
“Sizin erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hâcet vardı” der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.
O eren:
-Böyle yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
Hünkâr:
-Hak’ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.
Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.
Hacı Bektaş, köylülerden birine;
-Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.
Köylü:
-Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var git, diye tersler.
Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî’yi merak edip başına toplanırlar. Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:
“Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü’minin gönlü Kâ’be’ye benzer, lâkin gönül ondan da yeğdir. Zira Beytü’l-ma’mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül Tanrı’nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ’be nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.”
Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.
Topluluktan biri:
-Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler misin? der.
Hacı Bektaş:
-Adım Hacı Bektaş’dır. Horasan’dan Hicaz’a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya (Rûm’a) geldim.

b- Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’te
Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük’e güvercin donunda indikten sonra bu durum Rûm erenleri arasında bir huzûrsuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş’ın alt edilmesi için Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir. Karaca Ahmed, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük’de güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu, murakabe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî’dir.

Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Ama daha sonra câmide kalıp ibâdetle meşgul olmaya başlar. Sulucakarahöyük’te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin kısa zamanda müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.

Evli Olup Olmadığı
Ansiklopediler, bilimsel eserler, birçok yazılı kaynaklar Hacı Bektaş Velî’nin evlenmemiş (Mücerred) olduklarını yazar. Hacı Bektaş Velî’nin evli olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana (Kutlu Melek, Fatıma Nuriyye de denilir) ki, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır. Her ikisi de Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye ilk intisâb edenlerdendir. Hacı Bektaş Velî, Kadıncık Ana’yı kendisine mânevî evlât edinmiştir.

Halifeleri
Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış, otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın huzûrunda hizmette bulunurdu.
Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit v.s. idi.

Sarı İsmail’e Vasiyyeti ve Hak’ka Yürümesi
Hacı Bektaş Velî, bir gün namaz kıldı, evrâdını okudu, halvete vardı. Sarı İsmail’i çağırdı. Dedi ki:
-Sen benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık) oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin. O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl şeyhlik eder, ölür, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder, sonra Hak yakınlığına ulaşır.
Dünyanın hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Murtazâ’dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber’e, sofrayı yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyyete geçer ve şöyle devam eder:
-Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba’dır (Ali Emîri), gerçek bir er’dir. Ona da söyleyin, Karasiye varsın, Balıkesir’e gidip orasını yurt edinsin.
Hünkâr böylece vasiyyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu;
“Tanrı bana o günü göstermesin” dedi.
Hünkâr:
“Biz ölmeyiz, sûret değiştiririz” diyerek onu teselli etti. “Sonra dışarı çık, bizden ses kesilince içeri gir” dedi.
Hünkâr daha sonra Tanrı’ya niyâzda bulundu, Peygamber’e selâvat getirdi. Kendisi, kendisine yâsin okudu ve Hak’ka kavuştu.
Sarı İsmail, vasiyyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhibleri dört bir yandan gelerek ağlaştılar.
Derken birde baktılar ki, Çile dağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkâr’ın dediği bu zâtın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti ve atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Karaca Ahmed kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Cennetten gelmiş bulunan yanındaki hulle donları, kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular.
Boz atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail atın yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip;
-Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi.
Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı:
-Lûtfet erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi.
Hünkâr:
-Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et, dedikten sonra Çile dağı’na yönelip gözden kayboldu.

Rivâyete göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hak’ka vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı.
Kişiliği
Türk-İslâm tarihini süsleyen büyük şahsiyetlerden biri olan Hacı Bektaş Velî, kitleleri etkilemiş ve peşinden koşturmuştur. Pek çok insanın gönlüne taht kuran Hacı Bektaş Velî’nin bir gönül eri olması; Ahmed Yesevî gibi büyük bir mutasavvıfın mânevî ocağında, İslâm’ın hayat düsturlarını özümlemesi, aldığı ölçüleri uygulama safhasında gösterdiği hassasiyet, onun kişiliğini ortaya koyan en önemli özellikleridir.

Şu bir gerçektir ki dünya üzerindeki kavga, dövüş ve savaşların altında yatan en önemli sebepler; Bencillik, hoşgörüsüzlük, kibir, gurur, hırs ve haseddir.

Hacı Bektaş Velî’nin;
“İncinsen de, incitme”,
“Her ne ararsan kendinde ara” sözleri, onun hoşgörüsünü ortaya koyarak bütün insanlığı sevgi, barış ve kardeşliğe çağırmıştır.“Düşmanınızın bile insan olduğunu unutmayınız” sözü ile de insana verdiği değeri anlatmaya çalışmıştır.

Hacı Bektaş Velî, önce olgun eğitilmiş insan; sonra olgun toplum olarak yaşamayı şiâr edinmiş; din ve mezhep savaşlarını insan potasında eritmeyi hedeflemiş ve yukarıdaki sözü ile de insanı merkez yapmıştır.

Hacı Bektaş Velî’de; Allah aşkı ve sevgisi ile insan sevgisi, hatta hayvan sevgisi en yüksek noktaya ulaşmış; bu sevgi yumağı etrafında toplanan insanlar, gönül erliğine ulaşmanın hazzını yaşamıştır.

İnsanlığın ancak 20. Yüzyılda, üstelikte çoğu kez politik amaçlarla kullandığı insan sevgisi ve insan haklarını; Hünkâr Hacı Bektaş Velî’de 13. Yüzyılda, üstelik insanların birbirlerinin kanını su gibi akıttığı bir dönemde, en içten duygularla dile getirmiştir.

Dîni kurallara bağlılığı, mânevî gücü, “Ehl-i Beyt” sevgisi, engin zekâsı ve sarsılmaz inancıyla Hacı Bektaş Velî kitleleri etkilemiş; günümüzde de etkilemeye devam etmektedir.

Hacı Bektaş Velî; “Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et” diyerek temizlik, dürüstlük, çalışmak ve helâl kazanç konusunda tavsiyede bulunurken yıkıcılığa, zulme, sömürüye ve tembelliğe karşı da tavrını ortaya koymuştur.

Hacı Bektaş Velî:
“Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk,
Eğer konuşacaksan hikmet ile konuş,
Oturacağın zaman, saygı ile otur!”
Hacı Bektaş Velî, bu sözleri ile toplumda birlik ve dirliğin sağlanması, gönüllere sevgi yumağının dolması, insanların kardeş gibi yaşaması hususlarını dile getirirken; “Gelin canlar bir olalım” mesajını da vermektedir.
“Bir olalım, diri olalım, iri olalım” diyerek gönüllere taht kuran Hacı Bektaş Velî; birleştirici, yapıcı, hoşgörü sahibi, sevgi dolu bir gönül eri; büyük bir mutasavvıftır.

Bir toplumun kimliği o toplumun kültürüdür. Kültürün temeli dildir, hakiki dindir. Toplumların kültürleri asla mı asla dilsiz, dinsiz oluşamaz.
Hacı Bektaş Velî, Türkçe’yi ibâdet dili olarak benimsemiş ve uygulamıştır. Yedi yüzyıl öncesinden günümüze kadar da uygulanmasına öncülük etmiştir. Eğer atalarımız İslâm’ı kabul etmekle, Arap ve Fars (İran) kültürünü de benimsemiş olsalardı; benliklerini de yüzyıllar içinde kaybederek, bugün Anadolu topraklarında ne Türkiye Cumhuriyeti ve ne de Türk Devletlerinin hiçbiri olmayabilirdi. Dilini kaybedince; kültürünü ve benliğini de kaybederdi.

Hünkâr Hacı Bektaş Velî, insanı öldürmekle bir yere varılamayacağını; gönülle hem insana, hem de Hak’ka ulaşılacağını; kadın, erkek, ırk, din, mezhep ayırımı olmadan insanın merkez olduğunu, şu özlü sözüyle ne kadar güzel dile getirmişlerdir:
“Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen, önce kendisi iyi olmalıdır.”

Hacı Bektaş Velî, Allah’ı insan eliyle yapılmış mabetlerde değil; insanın gönlünde ve onun özünde ki sevgi de bulmuştur. Hacı Bektaş Velî, Türk’ün Orta Asya bozkırında zaten rûhunda var olan engin hoşgörüsünü İslâm’la geliştirerek; başka milletlere ve dinlere karşı da kullanmıştır.
İnsan olmanın onurunu, Hacı Bektaş Velî:
“Eğer insan isen, ölmezsin korkma,
Aşık’ı kurt yemez uc’da değildir” sözleriyle ne güzel ifade etmiştir.

Hacı Bektaş Velî, önce insanı sonra İslâmlığı savuna gelmiştir. İnsan olmadan İslâm’ın olamayacağını savunmuştur. İnsan olmanın temelini de, şu vecîzesinde ne güzel öz Türkçe olarak ifade etmişlerdir:
“Eline, diline, beline sahip ol.” İşte Türk’ün özünde olan bu olgu; “Edeb” tir, “Terbiye” dir.

Hacı Bektaş Velî, kadına büyük değer vermiş, kadını hiçbir zaman ikinci sınıf bir insan olarak görmemiş, kadına cinsiyet olarak bakmamış, insanın diğer yarısı olarak görmüştür. Hacı Bektaş Velî, kadının dört duvar arasında kalmaması gerektiğini savunmuş, kadınla erkeğin toplum içinde yan yana mutlu, birbirine kardeş, eş, ana, bacı olduğunu belirtmiştir. Kendisine ikrarla bağlı canlar da, bu ulu Velî’nin sözlerinden yüzyıllardır çıkmamışlardır.

Bu konuda biz sözü yine Hünkâr Pîr Hacı Bektaş Velî’ye bırakalım:
“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey, yerli yerinde.
Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok,
Noksanlıkla, eksiklik senin görüşlerinde.”

İnanç Sistemi
Hacı Bektaş Velî’de Allah sevgisi esastır. Allah’ı seven, yaratılmış kulları sever; yaratılmışları bu sevgiden dolayı kucaklar. Bu inancı benimseyen kişi, kendisinin yücelmesi için fedakarlıkta bulunur.

Hacı Bektaş Velî’nin inanç yapısında mutlak bir hoşgörü, samimiyet ve sevgi vardır. İyilik etmek, hüsn-i niyyet sahibi olmak, tevâzu ve edeb içinde olmak, kulun mutlak varlığa karşı başlıca sorumluluklarındandır. Yoksa insan gerçek kimliğini bulamaz, hayvanî davranışlardan kurtulamaz.

Hacı Bektaş Velî’nin en fazla değer verdiği şey; “Fazîlet ve bilgidir”. Fazîletli bir insan tipi oluşturmak için tek bir yol vardır. O da ilimdir. İlmi pek bir üstün değer kabul eden Hacı Bektaş Velî, Makâlât’ında şöyle der:
“Her kim ki ilme yakın olsa, öğrenmelikten mahrum kalmaya.” Elbette ki başta; “Allah ilmi” gelir.

Türk ve Dünya İslâm tarihinde derin ve benzersiz izler bırakan Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin, felsefi düşüncelerinin temelinde Allah ve insan sevgisi vardır.

Hacı Bektaş Velî’nin şu sözleri, felsefesini en iyi ve en güzel bir biçimde açıklamaktadır:
Araştırma açık bir sınavdır.
Eline, diline, beline sahip ol.
Her ne arar isen kendinde ara.
Kadınlarınızı okutunuz.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.

Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin bu dünya görüşü, asırlar sonra 1948 yılında yayınlanan; “İnsan Hakları Evrensel Beyânnamesi”nin temelini oluşturmuştur ve aynı anlayışı aksettirmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin bu düşüncelerinin bir kısmı, kendisinden yaklaşık 600 yıl sonra 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından hayata geçirilmiştir. Atatürk de kadınları okutmuş, ilme büyük değer vermiştir.

Hacı Bektaş Velî’nin aradan geçen bunca zamana karşın, düşünceleri hâlen güncelliğini korumakta, bütün insanlığın yolunu da aydınlatmaya devam etmektedir.

Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin verdiği eğitimde dört devre bulunmaktaydı. Bunlar:
1. Allah aşkı: İnsan gerçek olgunluğa ve huzûra ancak Allah aşkı ile ulaşabilir. Başka hiçbir şey bunu sağlayamaz.
2. Maddeden manaya geçme: Gizli ilimler ve Allah ile ilgili şeylerin ilmi; ancak Allah’ın kendi istediği kişilere tanıdığı özel bir lütûftur. Allah hiçbir zaman sizin davranışlarınızın dış görünüşüne bakmaz, onları yaparken ki niyetinize bakar.
3. İnsanlar arası sevgi ve birlik: Dünya malı insana, eğer kullanmasını bilmezse hiçbir şey kazandırmaz. Allah aşkı ve insan sevgisi ise insanın yolunu aydınlatır. Âhiret âlemine gidenler bu gerçeği orada görürler ama, dünyadakiler neyin orada kıymetli olduğunu burada bilemezler. Ancak erenler bilir. En yüce mertebe, seven gönülün ulaştığı mertebedir.
4. İnsandaki enerjinin ortaya çıkarılması (Kerâmet): İnsanlar, Allah’ı doğuda, batıda aramaktan vazgeçmelidirler. Eğer kişi yeteri kadar olgunlaştığına inanıyorsa, gözünün kudretine güveniyorsa, dalgın müneccim gibi göklere bakmamalıdır. Aranılan yukarıda değil, kişinin dış görünüşünün altındadır, kişinin içindedir.

Bütün bunların yanında Hacı Bektaş Velî’nin inanç sistemi, gönül birliğine dayanır. Kimseyi ayıplamayan, her türlü varlığı en üstün vasıflarla görmeye çalışan, sohbet ve muhabbeti toplumun birliğinde kesin ilke kabul eden bu görüş; Vefalı, sabırlı, çalışkan, vatansever bir insan modelinin gerçek temsilcisidir. Kadına, toplumun kutsal varlıkları olan analarımıza, kardeşlerimize Hünkâr Hacı Bektaş Velî kadar değer veren pek nadir gönül er’i vardır.

Türk Tasavvuf Hayatındaki Yeri ve Tesirleri

Hacı Bektaş Velî’yi anlayabilmek için, Hoca Ahmed Yesevî’ye kadar uzanmakta fayda vardır. Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî’nin Kur’ân’dan aldığı feyizle ateşlediği, Türk insanının gönül dünyasının aydınlığını da beraberinde taşıyan ilim, irfân ve mâna meş’alesini Anadolu’da yeniden tutuşturmakla kalmamış; aynı zamanda asırlara uzanan ve parlaklığından hiçbir şey kaybetmeyen bir ışık kaynağı olmuştur. İlâhi takdir böyle olsa gerek.

Hoca Ahmed Yesevî tarafından ana çizgileri belirlenen, Hacı Bektaş Velî tarafından geliştirilen ve daha sonra Bektaşilik olarak tarihteki yerini alan gönül seferberliğine dayalı Tasavvufî harekete; Türkçe’nin, Türk edebiyatının, Türk sanatının, çok şeyler borçlu olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.

Hacı Bektaş Velî, Türk kültürünün en önemli kişilerinden birisidir. O, Anadolu’nun İslâmlaşma ve Türkleşme sürecinde etkili olmuş; kalıcı izler bırakmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin din anlayışını ve inanç sistemini ortaya koyabilmek için öncelikle, Onun yaşadığı ortamın birtakım özelliklerinin bilinmesi lâzımdır.

Türk tarihinde 13. asır, Selçuklu Devletinin; siyâsi, ictimâî ve iktisâdî buhranların sonu gelmez tazyiki altında can çekiştiği, istikrarsız ve huzûrsuz bir devridir. Yine bu devirde vukû bulan Moğol istîlâsı, mutasavvıfların yorumuyla; dizlerinin dermanı kesilmiş, gözlerinin feri sönmüş İslâm dünyasında, Allah’ın yeni bir doğuş için insanların başına musallat ettiği, bir kahır ve celâl tecellisi olmuştur.

İşte Hacı Bektaş Velî; bu çaresiz ve muztarib kitleleri engin sevgi, birlik, kardeşlik anlayışıyla İslâm tasavvufunun; zengin ve mûnis şevk ile îman potasında mayalayıp, yeniden doğuşu (halk-ı cedid’i) gerçekleştiren uluların, kahramanların ön saflarında yer alır.

Hoca Ahmed Yesevî’nin Türkçe söylediği “Hikmetleri”, kendi ifadesiyle “Mâna-i Kur’ân”dır. Hoca Ahmed Yesevî’nin günümüze kadar ulaşan “Hikmetleri”; dikkatlice incelendiğinde, onların Kur’ân’ın rûhunun Türk insanının gönül dünyasında mayalanması sonucu; şiir (nefes) kalıplarına dökülen özlü sözler, gönülden kopup gelen deyişler hemen fark edilmektedir. Hoca Ahmed Yesevî; İlmin, ilmiyle âmil olan âlimin üstünlüğünün farkındadır.

Hacı Bektaş Velî, Kur’ân’da belirtilen îman esaslarına inandığını, âyetlerden deliller de göstererek tek tek belirtir.

Din; insan için, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi için bir araçtır, şarttır. Din; dünya içindir, burada uygulanır ve âhireti kazandırır. Din denildiği zaman akla ilk gelen de, îman esasları olmaktadır. Hacı Bektaş Velî’nin; “Îmanın akıl üzere” olduğunu belirtmiş olması, onun İslâm’ın inceliklerini çok iyi bildiğinin bir kanıtıdır.

Hacı Bektaş Velî’nin; üstün karakteri, geniş hoşgörüsü, keskin zekâsı, teşkilatçılığı, yöneticiliği, derin ilmi ile birleşince; Hacı Bektaş Velî’nin yerleşmiş olduğu Sulacakarahöyük’ün çehresi değişmiş ve mânevî bir potansiyel merkezi durumuna gelmiştir.

Hacı Bektaş Velî; ilmi, irfânı, kişiliği ve engin hoşgörüsü ile kısa sürede pek çok dost edinmiş, düşmanların dahi takdirini kazanmıştır. Bu dostların sevgisi önce Sulucakarahöyük’ü aşmış, daha sonra da Anadolu sınırlarından taşarak, Rumeli’ye, Balkanlar’a ve Avrupa’ya ulaşmıştır.

Hacı Bektaş Velî’nin; Îman büyüklüğü, ibâdet üstünlüğü, ilim, hoşgörü ve sevgi gibi konularda verdiği mesajlar, geçmişte olduğu gibi günümüze ve geleceğe de ışık tutacak açıklamalarıdır.

Eserleri

Fevâ’idnâme
Eserin yazması Türkçe’ye çevrilmiş ve basılmıştır. Eser muhtevâ olarak Makâlât’la çok büyük benzerlikler göstermektedir. Dîni, ahlâki ve tasavvufî konuları ihtivâ eder.

Fâtiha Sûresi Tefsiri
Hacı Bektaş Velî’nin böyle bir eseri bulunduğunu ilk defa Fuat Köprülü haber vermiştir.

Şathiyye
Hacı Bektaş Velî’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyyesi olduğunu Abdülbâki Gölpınarlı nakletmektedir.

Hacı Bektaş Velî’nin Nasîhatları
Hacı Bektaş Velî’ye ait nâsihat ve vasiyyetler, bir nüshası Hacı Bektaş İlçesi Halk Kütüphanesinde kayıtlı olan ve Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâidi Tarîkat” müteakiben kaydedilmiştir.

Besmele Şerh-i
Bir nüshası Manisa Kütüphanesinde bulunan bu eser Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Eser, Hacı Bektaş Velî’nin Besmele Tefsiri adıyla yayınlanmıştır. Hacı Bektaş Velî bu eserinde Besmelenin mânâ ve rûhunu yorumlar. Bunu yaparken de âyet, hadîs ve birtakım kıssalardan deliller getirir.
Hacı Bektaş Velî’nin Şerh-i Besmele isimli eseri, genellikle ilâhi merhamet ve hoşgörü konusunu işlemektedir. Bu eserde Rüştü Şardağ tarafından 1985 yılında Manisa İl Halk Kütüphanesindeki el yazmaları arasından bulunarak, aynı yıl yayınlanmıştır.

Makâlât
Sefer Aytekin, Prof.Dr. Esad Çoşan ve Mehmet Yaman tarafından yayımlanan Makâlât’ın aslı Arapça’dır. Velâyetnâme’de Said Emre’nin Makâlât’ı Türkçeye çevirdiği söylenir. Oldukça zengin bir nüsha özelliğine sahip olan eserin manzûm ve mensûr olarak kaleme alınmış nüshaları da bulunmaktadır. Makâlât, bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam tertibi üzere kaleme alınmıştır. Dört kapı (Şerîat-Tarîkat-Marifet-Hakikat), kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabûl ve takip ettikleri bir sülûk anlayışıdır.

Hacı Bektaş Velî’nin dünyevi, dîni ve tasavvufî konularındaki duygularını, düşüncelerini ve nihayet bütünüyle “insan imajını” en açık, sade, anlaşılır, tabiî söyleyişlerle ortaya koyduğu eseri hiç şüphesiz “Makâlât”dır.

Makâlât; Şerîat, Tarîkat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamından bahseder. Makâlât’ta; tasavvuftan, kalp ahvalinden, zâhid, ârif ve muhiblerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir.
Makâlât’ın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine ve Hz.Peygamber’in Hadîs-i şeriflerine dayandırılmış olmasıdır. Bazı bölümlerinde, konular sadece âyetler zikredilerek anlatılmaya çalışılmıştır.

Sekiz ayrı bölümden oluşan Makâlât’ın, birinci bölümünde; “Anâsır-ı Erbaa”, yani; hava, su, toprak ve ateş’ten ibaret dört unsura bağlı olarak, dört çeşit Müslüman imajı tipi bulunduğundan bahisle, bunların sırasıyla; Âbidler, Zâhidler, Marifet Ehli ve Muhibler olduğu belirtilir.

Hünkâr Hacı Bektaş Velî Makâlât’ta; İslâm dîninin îman, ibâdet ve ahlâk konularına yer vermiş, ele aldığı konuları âyet ve hadîslerin ışığında ve onlarla destekleyerek incelemiştir. İyi bir Müslüman olabilmek ve Allah’ın rızâsına erebilmek için dikkat edilmesi gereken hususları, dört ana başlık ve her birini de on alt başlık halinde sıralamış, kendi üslubu ile de dört kapı, kırk makam olarak ifade etmiştir.

Şimdi dört kapı, kırk makam olarak ele alınan konuları sıralamaya çalışalım. Şerîat, Tarîkat, Marifet ve Hakikat olarak isimlendirilen dört kapının makamları da aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:

1 . Birinci Kapı – Şerîat ve On Makamı:
1. Îman getirmektir.
2. İlim öğrenmektir.
3. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, gücü yeterse hacca gitmek, gazâ etmek ve gusletmektir.
4. Helâl kazanç kazanmak ve ribâ’yı (faizi) haram bilmektir.
5. Nikah kıymak-evlenmektir.
6. Hayız ve lohusalıkta (Kadınlardan uzak durmak), cima’ı haram bilmektir.
7. Ehl-i sünnet ve’l-cemââtten olmaktır.
8. Şefkat ve merhamet sahibi olmaktır.
9. Helâl yemek ve temiz giyinmektir.
10. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehyi’ani’l münkerç (İyiliği emredip, yaramaz işlerden sakınmaktır).

2. İkinci Kapı – Tarîkat ve On Makamı:
1. Mürşitten el alıp tövbe etmektir.
2. Talîb ve mürîd olmaktır.
3. Saçını, sakalını ve elbiselerini temiz tutmaktır.
4. Mücâhede etmektir (Nefsine söz geçirmektir).
5. Hizmet etmektir.
6. Korkmak, sakınmak, emin olmamaktır.
7. Hak’tan ümidini kesmemektir.
8. Hırkadır, zenbildir, makasdır, seccâdedir, ibrettir, hidâyettir.
9. Sâhib-i makam, sâhib-i cemiyyet, sâhib-i nasîhat, sâhib-i muhabbet olmaktır.
10. Aşk, şevk ve fakirlik (yokluk) üzere olmaktır.

3. Üçüncü Kapı – Marifet ve On Makamı:
1. Edebtir.
2. Korkmaktır.
3. Perhizkârlıktır.
4. Sabır ve kanâattır.
5. Utanmaktır.
6. Cömertliktir.
7. İlimdir.
8. Miskinliktir (Gösterişsiz yaşamaktır).
9. Marifettir.
10. Kendi özünü bilmektir.

4. Dördüncü Kapı – Hakikat ve On Makamı:
1. Toprak gibi olmaktır (Alçak gönüllü, tevâzu ehli olmaktır).
2. Yetmiş iki milleti bir görmek ve kimseyi ayıplamamaktır.
3. Elinden gelen yardımı kimseden esirgememektir.
4. Dünyada yaratılmış bütün nesnelerin, kendisinden emin olmasıdır.
5. Her bir iş için mülkün sahibi Allah’a güvenip yalnız ondan yardım ve başarı dilemektir.
6. Sohbettir. Sohbette hakikatın sırlarını söylemektir.
7. Seyr-i sülûk sâhibi olmaktır.
8. Sır’dır. Kendinden sadır olan kerâmetleri saklamaktır.
9. Münâcât etmektir (Allah’a yalvarmaktır).
10. Müşâhede’dir (Tanrı’ya ulaşmak- Fenâfillah makamıdır).

Hacı Bektaş Velî’ye Ait Olduğu Söylenen Diğer Eserler
Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Hacı Bektaş Velî’ye ait bir “Hadîs-î Erba’in Şerhi” bulunduğu nakledilmiştir. Ayrıca “Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye” adlı bir diğer eserin de ona ait olduğu söylendiği hâlde, esere dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır.
Hacı Bektaş Velî’nin “Hunda-nâme” ve “Üssü’l-Hakika” adlı iki eserinin daha olduğu söylenmekteyse de, şimdiye kadar hiçbir nüshasına rastlanılmaması, bizim bu eserlerin niteliği hakkında bir yargıda bulunmamızı güçleştirmektedir.

Vecizeleri

Abdal, Hak’ka hayran olandır.
Adâlet her işte, Hak’kı bilmektir.
Âdem suretinde olan herkes, Âdem değildir.
Âdem’in Âdemliği; akıl, hayâ ve ilim iledir.
Âlimlere ve kendini bilenlere, alçak gönüllülük yaraşır.
Allah ile gönül arasında perde yoktur.
Ara, bul.
Araştırma, açık bir sınavdır.
Ârifler hem arıdır, hem arıtıcı.
Âriflerin içinde, murdar nesne (kötülük) eğlenmez.
Aşk meydanı, erenlerin ve bilenlerindir.
Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.
Bir olalım, iri olalım, diri olalım.,
Bizi sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz.
Bizim erkânımız; ahlâkı Muhammed’i ve edebi Ali’dir.
Cahiller ve hak tanımazlara, sükût ile karşılık veriniz.
Cennet için ibâdet geçersizdir.
Çalışan insan kötülük düşünmez.
Çalışmadan geçinenler, bizden değildir.
Dâimâ iyiyi, güzeli, doğruyu öğrenebilmek için okuyunuz, okutunuz.
Devletli odur ki; cehli sile, gafletten uyanıp kendini bile.
Dil mızraktan, daha derin yaralar.
Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir.
Dînine dizlerinle değil, kalbinle bağlan.
Doğruluk dost kapısıdır.
Düşmanınızın bile, insan olduğunu unutmayınız.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
Düşünce, davranış ve sevgiyi, Allah lezzeti olarak tadın.
Edeb elbisesini, sırtınızdan ölünceye kadar çıkartmayınız.
Elden gelen her iyiliği, herkese yapınız.
Eline, diline, beline sahip ol.
En büyük kerâmet çalışmaktır.
En yüce servet, ilimdir.
Hak’ka erişebilmek için, büyüklere ve doğrulara yaklaşın.
Hakikatın ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir.
Hamı pişiremezsen bari, pişmişi ham etme.
Her ne arar isen, kendinde ara.
Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.
Hükümdar (idareci), ancak adâleti ile başarılı olur.
İbâdetin yeri başkadır, işin yeri başkadır.
İçi murdar kimseyi ne kadar dıştan yıkarsan arınmaz.
İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse hiçbir zaman küçülmez, alçalmaz.
Îmanın kemâli, âhlak güzelliğidir.
İncinsen de, incitme. İnsan dilinin arkasında gizlidir.
İnsanın kemâli, ahlâk güzelliğidir.
İnsanın olgunluğu, davranışlarının doğruluğundadır.
İslâmın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır.
Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez.
Kanâatkâr olanlar, en büyük zenginliğe sahiptir.
Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen, önce kendisi iyi olmalıdır.
Kendini tanımayan, Yaratan’ı da bilemez.
Kibrin aslı şeytan, tevazûnun aslı Rahmân’dır.
Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını görür ol.
Mevki hırsı, koğu, gıybet, edebsizlik, hıyânet Hak’kı inkâr eder.
Murada ermek, sabır iledir.
Mürüvvet hoş görme ve affetmektir.
Nebîler, Velîler, insanlığa Tanrı’nın hediyesidir.
Nefsine ağır geleni, kimseye tatbik etme.
Oturduğun yeri pâk et, kazandığın lokmayı hak et.
Özünde ve sözünde temiz olmayanların, îmanı tam değildir.
Sevgi ve acıma, insanlık; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır.
Yolumuz; ilim, irfân ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.

Kıta ve Beyitleri

Hararet nârda’dır, sac’da değildir,
Kerâmet sendedir, tâc’da değildir.
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir.

Sakın, bir kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin sözünden çıkma.
Eğer insan isen ölmezsin, korkma,
Âşığı kurt yemez, uc’da değildir.

Gönül kâbesine girmesin hülya,
Nefsine hakim ol düşme bed hûya.
Kirleri arıtan baksana suya,
Hep yüzü yerlerde, buc’da değildir.

*******

Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız,
Her nefeste aşk ile, yaratanı anarız.
Erenler meydanına, vahdet ile gir de gör,
Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız.

Edeb, erkâna bağlıdır, ayağımız başımız,
Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız.
Soframızda bulunan, lokmalar hep helâldir,
Yiyenlere nûr olur, ekmeğimiz aşımız.

*******

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.

*******

Hak’ka tâlib olan kişi, başka murâd isteme,
Dostun seninle beraber, başka vuslat isteme.
Bu dünya bir sofradır, arzular gelir geçer,
Eğer bizi buldun ise, başka murâd isteme.

*******

Sevgi muhabbet kaynar, yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda.
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Arslanlarla ceylanlar, dosttur kucağımızda.

*******

Madde karanlığı, akıl nûru;
Cehâlet karanlığı, ilim nûru;
Nefis karanlığı, marifet nûru;
Gönül karanlığı, aşk nûru ile aydınlanır.

*******

Malım mülküm servetim, hepsi evde kaldı,
Eşim dostum akrabam, geçtiğim yolda kaldı,
Dostlarımdan birisi, benden hiç ayrılmadı,
Allah için yaptığım iyilikler bende kaldı.

*******

Sensiz benim bir dem karara mecâlim yok,
İhsânını ta’dâ da imkânım yok.
Tenimdeki her tüy eğer dillense,
Binde bir şükrümü ifâya imkânım yok.

Ayrıca Bakınız

Veysel’den Nutuklar

Ben giderim adım kalırDostlar beni hatırlasınDüğün olur bayram gelirDostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçarDünya …