Ana Sayfa / Yazılar / Oniki İmam / Hz. İmam Muhammed Mehdi

Hz. İmam Muhammed Mehdi

Onikinci ve son imâm olan, Hz.İmâm Muhammed Mehdî, Hicri 255. yılı Şaban ayının 15. gününde Samarra kentinde dünyaya gelmişlerdir. Babaları, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, anneleri Nercis Hatun’dur.

İsimleri, cedleri Hz.Peygamber’in mübarek isimleri, künyeleri mübarek künyeleridir. Lâkapları; “Sâhib’üz Zamân (Zamânın Sâhibi), Sâhib’üd Dâr (Yurdun Sâhibi), Kaaim (Ayakta duran, kıyâm eden), Hüccet (Reddi mümkün olmayan kesin delil), Hâtim (Hatmeden, sona erdiren) Muntazar (Beklenen), Nahiyet’ül Mukaddese (Kutlanmış yön), Hâdi (Hidâyete sevk eden)” ve “Mehdî (Hidâyete ermiş)” tir. En meşhur lâkapları ise; “Sâhib’üz-Zamân” ve “Hüccet” dir.

Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy, Hz.İmâm Muhammed Mehdî’den bahsederlerken;
“Zuhûr edip, zulümle, cevirle dolmuş olan yeryüzünü eşitlikle, adâletle dolduruncaya kadar adını anmak helâl de değildir” buyurmuşlardır.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım da buyurmuşlardır ki;
“Doğumu insanlardan gizli tutulur; üstün ve yüce Allah, cevirle, zulümle, dolmuş olan yeryüzünü, onun vasıtasıyla eşitlikle, adâletle dolduruncaya kadar da adını anmak helâl olmaz.”

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin Hak’ka kavuşmalarından sonra, zamanın imâmından, isminden ve mekanından sorulan soruya;“İsmiyle anılırsa yayılır; mekânını bilirlerse bulunur” tarzında cevap gelmiştir.

Onikinci İmâm’dan el yazılarıyla ve sefirler vasıtasıyla gelen emirlerde de; mübarek adlarının anılmaması, kesin olarak buyrulmuştur.

Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’nin kızları, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin halaları Hakime Hatun, Onikinci İmâm Sahib’ül-Emir’in doğumlarını şöyle anlatır:
“İmâm Hasan’ül Askerî bana, bu gece bizde iftar et, Şâban ayının 15. gecesi ve bu gece Allah, Hüccetini izhâr edecek” diye haber gönderdiler.
Evlerine gittim, kendilerine; “Anneleri kim?” diye sordum. “Nercis” buyurdular. Ben; “Kendisinde doğum alâmeti görmüyorum” dedim.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî:
“Gerçek, benim dediğimdir” buyurdular.
Nercis geldi, bana; “Seyyidem” diye hitab etti ve ayaklarımı çıkarmak istedi.
Ben, kendisine engel oldum; “Seyyidem sensin” dedim.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî bu sözümü duyunca;
“Allah sana hayırla mükâfat etsin hala” dediler.
Ben, Nercis’e;“Allah sana bu gece bir çocuk ihsân edecek ki, dünyanın da efendisi olacak, âhiretin de” dedim. Nercis utangaç bir halde oturdu. Ben; namaz kıldım, iftar ettim; biraz yattım uyudum. Gece namazına kalktım, sonra tekrar yattım. Derken korkarak uyandım, Nercis uyuyordu; biraz sonra o da uyandı; gece namazını kıldı; sonra yattı. Henüz bir doğum alâmeti olmadığı için âdeta tereddüte düştüm.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî odalarından;
“Hala can vaad edilen vakit yaklaşmakta; acele etme” diye seslendiler.
Ben; “Elif-Lâm-Mim ve Yâ-sin sûrelerini” okudum. O anda Nercis korkarak uyandılar. Koşup yanına gittim;“Allah korusun seni, doğum mu var?” diye sordum.
Nercis; “Evet” dedi. Kendisini bağrıma bastım.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî;
“Kadir sûresini oku hala” buyurdular. Tanyeri ağarırken Onikinci İmâm, dünyayı şereflendirdiler.

Sâhib’üz Zamânı, doğumlarından sonra; babaları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin âhirete intikallerinden önce, yakınlarından birçok kişi görmüş, kendileriyle görüşmüştür. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’de; onu yakınlarına göstermişler, müjdelemişler, o cümleden olarak; “Sahibiniz budur” buyurmuşlardır.

Birçok ünlü hadîs kitaplarında bu konu şöyle anlatılır:
“Son zamanda, yeryüzü cevir ve zulümle dolduğu vakit, Resûlullah’ın soylarından ve Hz. Fâtıma’nın evlâdından «Mehdî»nin zuhûr edip, âlemi; adâletle, eşitlikle dolduracağı” hakkında birçok hadîs mevcuttur.

Ümeyye ve Abbas oğulları zamanlarında, hattâ daha da sonraki devirlerde;
İslâm’a hükmeden, dîni siyâsete alet haline getiren, halîfeliği kendilerine meşru bir hak olarak tanıtan kişilerin, onların temsil ettikleri iktidarlara karşı kıyâm edenlerin yahut onların kudretlerini ellerine alıp onlar gibi hükmetmek isteyenlerin hemen hepsi, Mehdî hadîslerine dayanmışlar, kendilerini Mehdî tanıtmaya çalışmışlar yahut da taraftarları bu yolu tutmuşlardır.

Ehl-i Sünnet de Mehdî’nin zuhûrunu kabul ederler. Bunun en kesin delili de; Kenya’dan Ebû Muhammed adlı bir zâtın, Mekke-i Mükerreme’deki “Rabıtat’ül-Âlem’il-İslâmi Cemiyeti”ne, Mehdî hakkında gönderdiği yazılı soruya, cemiyet tarafından verilen tafsîlâtlı cevapta söyle denilmektedir.

Hicaz bilginlerinin reylerini de bildiren bu cevapta:
“Kıyamet alâmetlerinden olmak üzere zuhûr edeceği, Mekke’de Rükün’le Makam, yâni Kâ’be-i Muazzama’yla, Hacer’ül-Esved arasında kendisine bey’at edileceği bildirilen ve hadîslerde, sayıları oniki olarak buyurulan ve yine zuhûruyla küfür ve zulümle dolmuş bulunan yeryüzünü, adâletle, eşitlikle dolduracağı, bütün âleme hükmedeceği, 7 yıl hüküm süreceği, kendisinden sonra, Îsâ Peygamber’in de ineceği, Deccâl’in öldürüleceği anlatılan Mehdî’nin, bir gerçek olup buna inanmanın lüzûmundan” îzâh olunmaktadır.

Cevâbın devamında:
“Mehdî’nin zuhûruna îman etmenin Ehl-i sünnet vel cemâat inançlarından bulunduğu, bunu; ancak sünneti bilmeyen, yahut inançta bid’at ehli olan kişinin inkâr edeceği” söylenerek son bulmaktadır.

Gaybet:
Hz.Hüccet’in iki gaybetleri, yani gizlenişleri vardır; birinci gizlenişleri doğdukları anda başlar, Hicri 328. yılı Şaban ayının 15. gününe kadar sürer. Bu müddet içinde Onikinci İmâm’ı, babaları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, ashâbın ileri gelenlerine göstermişler; “Kendilerinden sonra Allah hücceti ve ümmetin İmâm’ı olacaklarını” bildirmişlerdir.
Bir çok kişi de çeşitli münâsebetlerle Onikinci İmâm’ı görmüşlerdir. Ancak bu görüşler hikmetinden dolayı ânî olmuştur. “Küçük gizleniş çağı” denen ve 73 yıl süren bu müddet içinde, “Sâhib’üz Zamân”la Şîa arasında, yine kendilerinin emirleriyle birbirlerini istihlâf eden dört kişi, Sefirlik hizmetini görmüşlerdir. Bunlar; Dört Nâib, Dört Sefîr anlamlarına gelen “Nüvvâb-ı Erbaa, Süferâ-yı Erbaa”diye anılırlar.

Dört Sefir:
1- Said oğlu Ebû Amr Osman:
Esed oğulları boyundan olan Ebû Amr Osman, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî ve Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin ashâbındandır. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye daha çocuk denecek bir yaşta, 11 yaşlarında hizmete başlamış, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin vekilliğini ifâ etmiştir. Sâmırâ’nın “Asker” mahallesinde oturdukları için “Askeri” diye de anılırlardı. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî ile Şîa arasındaki sefirlikleri dolayısıyla, kendilerine imâm’ın kapısı anlamına gelen “Bâb”denilmiştir.

Ahmed bin İshak, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye:
“Efendim, her vakit sizinle müşerref olamıyorum; böyle zamanlarda bir müşküle düşersem kimin sözünü tutayım” diye sormuştu.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’de kendisine;
“Bu Ebû Amr kendisine inanılır, emin bir kişidir; size benim tarafımdan ne derse, o söz bendendir” buyurmuşlardır.

Ahmed bin İshak der ki:
Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî Hak’ka kavuştuktan sonra oğulları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’ye yine aynı soruyu sordum.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’de bana;
“Bu Ebû Amr, inanılır, emin kişidir, hayatta da, mematta da inandığım zâttır. O, size ne söylerse, ne buyurursa bendendir” dediler.

Bir gün Şîa’dan kırk kişi; kendilerinden sonra Allah hüccetinin kim olduğunu sormak üzere, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin huzûruna varmışlardı.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî;
“Benden sonra hüccet kimdir diye sormaya geldiniz, değil mi?” buyurdular.
Meclistekiler; “Evet” dediler. O sırada meclise, ay parçası gibi bir çocuk geldi. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’ye çok benziyordu.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî:
“Benden sonra imâmınız, size halîfem budur; Benden sonra dağılmayın, yoksa hepinizde dîninizde helâke düşersiniz; şunu da bilin ve bildirin ki bu günden sonra onu bir daha göremeyeceksiniz. Ebû Amr ne derse kabul edin, onun emrine uyun, sözünü dinleyin. Artık o, imâmınızın halîfesidir, emir ona râci’dir” buyurdular.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye de vekalet hizmetini ifâ eden Ebû Amr, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin vekilliğini de yapmıştı. Ebû Amr’ın vefât tarihini kesin olarak bilmiyoruz. Bağdat’da medfundurlar.

2- Ebû Cafer Muhammed:
Ebû Amr’ın vefâtlarından sonra sefirlik hizmetini, oğulları Ebû Cafer Muhammed ifâ etmişlerdir. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî hayatlarında, Osman bin Said’le oğulları Ebû Cafer Muhammed’in sefirliklerini Şîa’ya bildirmişlerdi.

Ebû Cafer Muhammed, babalarının vefâtlarından önce de Hz.İmâm-ı Zamân’ın sefirlik hizmetlerini ifâ ederlerdi; arada bir onlara da haber gelirdi. Sağlıklarında kabirlerini hazırlamışlar, vefât edecekleri günü bildirmişlerdi. Her gün hazırladıkları kabre girerler, orada Kur’ân-ı Kerîm’den bir cüz okurlardı. Bildirdikleri zamanda Hicri 305. yılında vefât ettiler ve Bağdat’da hazırlattırdıkları kabre defnedildiler.

3- Hüseyin bin Rûh:
Nev-bahtiler soyundandır. Künyeleri; “Ebü’l-Kasım”dır. Hz.İmâm-ı Zamân’ın emirleriyle, haberleriyle sefirlik hizmeti, Ebû Cafer Muhammed’den sonra kendilerine verilmiştir. Ebû Cafer Muhammed, vefâtlarından evvel Şîa’nın ileri gelenlerini çağırmışlar;
“Sefârete, Hz.İmâm’ın emirleriyle Hüseyin bin Rûh’un tayîn edildiklerini” bildirmişler; “Benden sonra ona başvurun, işlerinizi, onun vasıtasıyla görün” demişlerdi. Hüseyin bin Rûh, takıyyeye pek riâyet ederlerdi. Hicri 326. yılında vefât ettiler ve Nev-bahtliler kabristanına defnedildiler.

4- Ali bin Muhammed’is Samuri:
Hz.İmâm’ı Zamân’ın emirleriyle, Hüseyin bin Rûh tarafından, kendilerinden sonra, yerlerine sefir olarak tayîn edildikleri bildirilmiştir.

Ali bin Muhammed’is Samuri’nin künyeleri “Ebül-Hasan”dır. Şiâ, onun vasıtasıyla gelen haberlere uyar, sorulara delâletleriyle cevap alırdı. Ali bin Muhammed’is Samuri vefâtlarına yakın, ileri gelenleri çağırdılar ve onlara Sâhib’üz Zamân’dan gelen şu haberleri getirdiler.

Haberin meâli şu idi:
“Rahmân ve Rahîm olan Allah adıyla.
Ey Sâmırâ’lı Muhammed oğlu Ali, Allah senin yüzünden kardeşlerinin ecrini artırsın. Sen öleceksin, ölümüne de 6 gün kalmıştır. İşini derleyip toparla; ölümünden sonra da yerine geçmek üzere birisi hakkında tavsiyede bulunma. Gerçekten de artık tam Gaybet başlamıştır ve zikri yükseldikçe yücelsin. Allah izin vermedikçe zuhûr yoktur; zuhûr ancak onun izniyle olur; bu da uzun bir zaman sonra, kalbler kasvete düştükten, yeryüzü cevirle dolduktan sonra olur ancak. Şiâ’ma beni gördüklerini söyleyenler gelecektir; fakat Süfyâni’nin çıkmasından, yüce sesin duyulmasından önce, beni gördüğünü iddia eden yalancıdır, iftiracıdır. Hâlden hâle çevirmek, güç kuvvet ancak yüce ve ulu Allah’ındır.”

Gerçekten de bu haberin gelişinden 6 gün sonra Ali bin Muhammed, kendisine gelenlere; “Senden sonra vasîyin kimdir?” sorusunu soranlara, Ali bin Muhammed Kur’ân-ı Kerîm’in; “Emir, ancak Allah’ındır; O yapacağı işi yerine getirir” (Talâk 3.âyet) âyetini okuyarak cevap vermişler ve bu söz, son sözleri olmuştu. Ali bin Muhammed, Hicri 328. yılında vefât etmiştir. Ali bin Muhammed’in vefâtlarıyla “Gaybet-i Kübrâ (Büyük, uzun gizlilik çağı)” başlamıştır.

Sâhib’üz Zamân; “Gaybet-i Kübrâ (Büyük, uzun gizlilik çağı)”da arada sefir yokken, Şîa’nın nasıl hareket etmesi gerektiğini de meâlini yazdığımız şu haberlerinde beyân buyurmuşlardı:
“Yeniden yeniye ortaya çıkan olaylarda, hadîslerimizi rivâyet edenlere başvurun; çünkü; onlar, sizin üzerinizde hüccetimdir benim; ben de onlara Allah hüccetiyim. Gaybetim zamanında benden faydalanmak, bulut altına girdiği zaman güneşten faydalanmaya benzer. Yıldızlar nasıl gök ehline amânsa, ben de yeryüzündekilere amânım; onlar benimle esenleşirler. Soru kapısını kapatın; size gerekmeyen şeyleri sormayın, bilmediğiniz şeylerin üstüne düşmeyin.”

Sâhib’üz Zamân’ın haberlerinde ki son emirde, şu âyeti buyurmuşlardır:
“Ey inananlar, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’ân indirilirken bunlara ait bir şey sorarsanız, hükmü açıklanır size.”(Maide 101-102. âyetler)

Hz.İmâm Zeynel Âbidin Ali bin Hüseyin;
“Yeryüzü, Allah Âdem’i yarattığı andan beri, Allah hüccetinden hâli kalmamıştır; ama o hüccet görünür, tanınır yahut gizlenir görünmez; fakat kıyamet kopuncaya kadar yeryüzü Allah hüccetinden hâli kalmaz. Bu böyle olmasa, Allah’a kulluk edilmez” buyurmuşlardır.

Onikinci İmâm’ın gaybetleri dolayısıyla, kendilerinin sefirlik ve nâiblik hizmetlerini emirleriyle görenler bulunduğu gibi, bu makama sahib olduklarını iddia edenler, bu sûretle dünyalarını mamur etmeye, halk içinde mevkiilerini yüceltmeye çalışan, yalancılar da çıkmıştır.

Mehdî’nin son zamanlarda çıkacağı hakkındaki hadîslere dayanarak, bazı kişilerin, Mehdî olduğu iddia edilmiştir. Bazı kişilerde bu çeşit davaya girişerek, meydana çıkmışlardır. “Mehdî’yim” diye çıkanların bir kısmı uydurma bilgilerle, güç riyâzâtlarla, akli dengelerini yitirenler, kendi kendilerini inandıranlar ve bazı saf kişileri de kandıranlardır. Bir kısmıysa âhiretlerini dünyaya satanlar, hüküm ve hükümet peşinde koşanlardır.

Zuhur Alâmetleri:
Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin gaybetleri, îman ehli için bir imtihandır. Gerçek inanç ehli onun varlığına inanır.

“İbâdetin en üstünü, darlıktan kurtuluşu, ferahlığa çıkışı beklemektir ve Allah’ın kudretiyle, lûtfuyla kurtulmayı, ferahlığa kavuşmayı bekleyiş ibâdettir” Hadîs-i şerifleri gereğince; gerçek îman ve inanç ehli; “Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin zuhûruyla genişliğe feraha çıkmayı, îman ve İslâm’ın bütün dünyaya hakim olmasını bekler; îmanlarında şüphe ehli olanlar ise, ümitsizliğe eleme düşer, inkâra yönelir.”

Hz.Peygamberimizin Hadîs-i şeriflerinde; “Ehl-i Beyt” imâmlarının beyânlarında zuhûr alâmetleri de bildirilmiştir.

Bu alâmetlerde Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin;
“Yalanın, inançsızlığın hüküm sürdüğü, rüşvetin, faizin helâl bilindiği, namazın yittiği, iyiliği buyurmanın, kötülüğe engel olmanın imkânı kalmadığı, haram olan şeylerin hepsinin de helâl tanındığı, zulmün yayıldığı, müminlerin ümitsizliğe elemlere düştükleri, Kur’ân’dan yalnız ders, İslâm’dan yalnız ad kaldığı, kan dökmenin önemsiz sayıldığı bir zamanda, zuhûr edip, âlemi adâletle yeniden ihyâ edecektir.”

Bunlar zuhûrun küçük alâmetleridir ve hepsi de hemen hemen belirmiştir.

“Hz.İmâm Muhammed Mehdî’den önce Mehdîlik davası güdenler çıkacak; «Nefs-i Zekiyye (Temiz kişi)» denen biri, Mekke-i Mükerreme’de, Rükün’le Makam arasında şehit edilecek, bulaşıcı hastalıklarla birçok kişi telef olacak, halkın yarısından fazlasını kırıp geçiren savaşlar kopacak, «Süfyâni» denen bir zalim çıkacak, Mekke’yle Medine arasındaki Beydâ çölünde adamlarıyla yere batacak, Ramazan ayında; uyuyanları uyandıracak, uyanıkları korkutacak şiddetli bir ses onu bildirecek, Güneşle Ay bir biri ardınca tutulacak ve Mehdî zuhûr edecek.”

“Hz.İmâm Muhammed Mehdî zuhûr edince; «Bedir savaşında bulunanların sayısınca üçyüz onüç kişi, Kabe-i Muazzama’nın dibinde, kendilerine bey’at eyleyecek, sonra bütün îman ehli ona uyacak, gökten Îsâ Peygamber inecek, namazda ona uyacak, Deccâl denen ve zulmün yalanın mümessili olan kişi öldürülecek, İslâm bütün gerçekliğiyle, adâletiyle âleme yayılacaktır. »”

Bu anlatılanlarda, zihinlerin takıldığı tek şey;
“Büyük Gizleniş devrinin uzunluğu ve bir insanın bu kadar müddet yaşayıp yaşamamasıdır. Biz, bunun üzerinde durup uzun ömürlüleri örnek vermeyi, hayatın uzatılması üzerindeki çalışmaları, bunun imkânını anlatacak, bu konulara dalacak değiliz. Âlemde olmasına aklen imkân bulunmayan nice şeyler olmuştur ve ola gelmektedir. Allah’ın gücü, kudreti herşeye yeter.

Esasen, bu îmana ait bir şeydir. Zerrede âlem yaratan, zerreye âlemler sığdıran, hayatı ölüme, ölümü hayata sebep eden mutlak kudret sahibine inanan, hikmetlerini bilemediğini bilen, kudretini anlayamadığını anlayan kişi buna da inanır; inanmayana ise, zaten sözümüz yoktur.”

Bu bahsi, Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyet-i kerîmesiyle tamamlamak istiyoruz:
“Onlara de ki: Gayb, ancak Allah’a mahsustur. Bekleyiniz, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yunus 20. âyet)

En doğrusunu Allah bilir.

Ayrıca Bakınız

Veysel’den Nutuklar

Ben giderim adım kalırDostlar beni hatırlasınDüğün olur bayram gelirDostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçarDünya …